Türkiye Suriye’de oyun mu kurdu, oyuna mı geldi?
Suriye’de 13 yıldır devrilemeyen Esed yönetimi sadece 13 günde devrildi. Kimileri bunun Türkiye’nin planı olduğunu söyledi, kimileri de ABD ve İsrail’in planı olduğunu. Ben size kimsenin söylemediğini söyleyeyim, cevap; her ikisi de… Aslında bir yıldır devlet bizi, yaşanacaklara karşı hazırlamaya çalışıyordu. PKK’ya çağrı, Kürtlere kardeşlik eli ve İsrail’in sıradaki hedefinin Türkiye olduğu. O zaman parçaları birleştirip puzzle’ı birlikte oluşturalım. Suriye’de muhaliflerin Esed’i 13 günde devirmesi birçok kişiyi şüphelendirdi. Çünkü operasyon, ABD ve Türkiye’nin terör listesindeki HTŞ öncülüğünde gerçekleşmişti.
HTŞ lideri Ahmed el Şara başlarda DEAŞ’a bağlıyken, radikal bir çizgide olmadığı için DEAŞ ile ters düşüp önce Nusra’yı kurmuş sonra da gittikçe ılımlı hale gelerek HTŞ adını almıştı. HTŞ Şam’ı kontrol altına almadan günler önce takım elbiseyle CNN’e çıkması ve hızlı ilerleyişi arkasında ABD ve İsrail olduğunu düşündürdü. Ancak Siyonist düşünce kuruluşlarının analizlerine bakınca karar vermek için erken olduğu anlaşılıyor. Mesela American Enterprise Institute’den Michale Rubin’in yaptığı analizde “Esed sonrası boşluğu Türkiye’nin doldurmasının ABD, İsrail ve Orta Doğu’yu tehlikeye atacak bir hata olacağını” söylüyordu. “Bu, Suriye’yi terörden arındırmak yerine sponsorları değiştirerek zaferi son anda kaybettirebilir. ” diyerek Türkiye’ye terör destekçisi imasında bulunuyordu. Rockefeller ailesine ait düşünce kuruluşu CFR’nin “Türkiye’nin Suriye İç Savaşı’ndaki rolünü incelediği analizi eski CIA danışmanı Henri Barkey yazmıştı. Barkey, Türkiye’nin ABD kontrolündeki YPG’yi temizlemeye çalıştığını ama YPG gücünü kaybederse, hapiste tuttuğu 40 bin DEAŞ’lının Suriye’yi kargaşaya sürükleyeceğini söylüyordu.
Yani, Siyonist düşünce kuruluşu Türkiye’yi alttan alta, YPG’ye yönelik operasyonları konusunda uyarıyordu. Aynı zamanda Suriye’de cihatçı bir devlet kurulmasının ABD ve İsrail için belirsizlik oluşturacağı yazıyordu. Bir başka CFR analizi Türkiye’nin Suriye’nin geleceğini şekillendirme fırsatını yakaladığı tespitiyle birlikte, iktidarı ele geçiren HTŞ’nin İsrail için daha düşmanca olmasından çekindikleri anlaşılıyor. İsrail’in düşman olarak tanımladığı Esed döneminde hedef almadığı mühimmat deposu gibi kritik yerleri, HTŞ Şam’ı ele geçirdikten sonra hedef alması da bu analizleri doğruluyor. Örneğin İsrail Esed rejimine ait istihbarat binasını 13 yıl sonra muhaliflerin kontrolüne geçince vurdu. Aynı şekilde İsrail’in, Esed döneminde aklına gelmeyen kimyasal silah tesislerini rejim düşünce hedef alması da dikkat çekiciydi. Çünkü Henri Barkey’in muhalifler Şam’ı ele geçirmeden günler önce yazdığı analizde, “Herkesi endişelendiren şey kimyasal silah cephaneliğinin HTŞ’nin eline geçme olasılığıdır” diyordu. Yani HTŞ’nin izleyeceği yol ABD ve İsrail için de belirsiz gözüküyor.
Peki ABD ve İsrail’in yaşananlarda hiç mi rolü yoktu? Vardı. ABD Rusya’nın Ukrayna’da epey hırpalanmasını sağladı ve Rusya’nın Suriye’deki etkisini azalttı. İsrail’in Hizbullah ile savaşı da İran’ı zayıflattı ve Esed Suriye’deki en büyük iki desteğini kaybetmiş oldu. Zaten yeni seçilen ABD Başkanı Trump’ın Rusya ile işbirliği yaparak Ukrayna’daki savaşı Rusya lehine, Suriye’deki savaşı da ABD lehine bitirmesi bekleniyordu. Tıpkı Rockefeller ailesinin ve ABD başkanlarının da danışmanlığı yapmış Henry Kissinger’ın zamanında tavsiye ettiği gibi. Yani Suriye’de ve dünyada yeni dönemde değişimler olacaktı. Suriye’de Rusya ve İran zayıflayacak, dolayısıyla Esed rejimi düşecek; ABD ve İsrail de güçlenecekti.
İşte Türkiye’nin yaptığı böyle bir değişimi fırsata çevirmek ve kazanımlarını artırmaya çalışmaktı. Tabi bu sürecin sonuçları da olacaktı. Türkiye ve İsrail karşı karşıya gelecekti. Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan bundan iki ay önce uyarmış ve İsrail’in Filistin ve Lübnan’dan sonra gözünü Türkiye’ye dikeceğini söylemişti. Ancak birçok kişi bu tehlikeyi ciddiye almadığı gibi alay etmeye çalıştı. Bazıları “İsrail neden Türkiye’ye saldırsın ki? ” diyordu, 2 ay geçmedi, Suriye’de Esed devrildi, İsrail ordusu güneyden Suriye’yi adım adım işgale başlad ve, aparatı PYD sınırımızda fırsat kollamaya çalıştı.
İsrail tehlikesine karşı bazıları da “Türkiye zaten İsrail’in Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet etmiyor mu? ” diye soruyordu. Sahi neydi Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye bu projeye gerçekten hizmet mi ediyor? Bu soruya elimize bir harita alıp komplo teorisi anlatarak değil, somut deliller ile cevap arayacağız. “Büyük Ortadoğu” ifadesi ilk kez 2004 yılında ABD Başkanı Bush döneminde sızdırılan belgede geçiyordu. Belge Ortadoğu ülkelerinde demokratik reformlar öngörüyordu. 2006 yılında ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice “Büyük Ortadoğu” yerine “Yeni Ortadoğu” ifadesini İsrail Başbakanı ile birlikte tanıttı. .
Çok geçmeden Arap Baharı başlayacak ve istedikleri gibi yeni bir Ortadoğu oluşacaktı. Aslında projenin temeli Eski İsrail Başbakanı Ariel Sharon’un danışmanı Oded Yinon’un 1982’de yazdığı plana, Yinon Planı da Siyonistlerin Vaadedilmiş Topraklar inancına dayanıyordu. Yinon Planı’na göre İsrail’in güvenliği için Lübnan, Irak ve Suriye gibi birçok Ortadoğu ülkesi birkaç parçaya bölünmeliydi. ABD 2003’te Irak’ı, 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler’e yapılan saldırıyı bahane ederek işgal etti. İlginçtir, saldırıdan tam bir yıl önce ABD’nin işgalinde görev alan ekibin kurduğu düşünce kuruluşu PNAC bir rapor yayınladı. Rapor, ABD’nin Ortadoğu’yu şekillendirme sürecine başlaması gerektiğini, bunun için de Pearl Harbor saldırılarına benzer hızlandırıcı bir olaya ihtiyaç olduğunu yazmışlardı. Aradıkları saldırı tam bir yıl sonra 11 Eylül’de geldi ve ABD Irak’ı işgal etmek için geçerli sebebi buldu. Zaten Siyonistler 7 ülkeyi parçalamayı çoktan kafaya koymuştu.
-NATO Eski Başkomutanı Wesley Clark, 0:00-0:04 “Righ after 9/11 about ten days after 9/11 I went through the Pentagon” 0:13-0:17 “One of the generals called me and he said sir you got to come in and talk to me a second. ” 0:18-0:27 “He says we’ve made a decision we’re going to war with Iraq. ” This was on about the 20th of September. 0:28-1:37 “I said, “We’re going to war with Iraq? Why?” He said, “I don’t know. ” He said, “I guess they don’t know what else to do. ” So I said, “Well, did they find some information connecting Saddam to al-Qaeda? ” He said, “No, no. ” He says, “There’s nothing new that way. They just made the decision to go to war with Iraq. ” –So I came back to see him a few weeks later, and by that time we were bombing in Afghanistan. I said, “Are we still going to war with Iraq? ” And he said, “Oh, it’s worse than that. ” He reached over on his desk. He picked up a piece of paper. And he said, “I just got this down from upstairs” — meaning the secretary of defense’s office — “today. ” And he said, “This is a memo that describes how we’re going to take out seven countries in five years, starting with Iraq, and then Syria, Lebanon, Libya, Somalia, Sudan and, finishing off, Iran.”
Parçalanma sırası Suriye’deydi. Arap Baharı’ndan önce Katar gazını Suriye ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak bir boru hattı projesi planlanıyordu. Ancak proje Avrupa’ya giden Rus gazını önemsiz hale getireceği için Esed bunu reddetti.Bu yüzden Suriye sadece ABD tarafından değil, Rusya ile birlikte parçalanacaktı. Türkiye sınır komşusu olarak savaştan en çok etkilenecek ülkeydi. Devlet 2013’te İç Savaş şiddetlenmeden önce Çözüm Süreci’ni başlattı. Erdoğan Çözüm Süreci için “milli bir proje” vurgusu yapıyordu. Bu vurgu boşuna değildi. Çünkü Çözüm Süreci’nden önce 2009’da başlatılan Kürt Açılımı, ABD’nin PKK’yı tasfiye etmeyi amaçlayan Phillips raporuna paralel bir süreçti. Türk devleti yeterince güçlü ve bağımsız değildi, üstelik kapatma davaları ve FETÖ’nün darbe söylentileri arasında iç ve dış vesayetlerin kıskacına alınmaya çalışılıyordu. Böyle bir durumda devlet göstermelik de olsa süreci ABD’nin istediği gibi başlattı ama bir yıl geçmeden kontrolü eline aldı.
Devlet Oslo görüşmeleriyle PKK’yı da sürece dahil etmişti. PKK’nın muhatap alınmasını duygusal olarak pek çok kişi yıllardır ihanet olarak yorumlasa da, 1998’de Fuller ve Barkey’in, 2007 yılında da Phillips’in raporuna göre Oslo hamlesi ABD’nin planını bozmak anlamına geliyordu. Çünkü bu raporlar 1998’den itibaren ABD’nin PKK’yı tasfiye etmesinden bahsediyordu. Bir sene sonra 1999’da ABD’nin PKK elebaşı Öcalan’ı verip, FETÖ elebaşı Fethullah Gülen’i alması bu yüzdendi. Dönemin Başbakanı Ecevit bile “Amerikalılar Apo’yu bize neden verdi hala bilmiyorum” diyordu. Türk devletinin aciz ve etrafında olup bitenlerden habersiz olduğu zamanlardı. Dönemin MİT Müsteşarı Emre Taner bu yüzden “Oslo Süreci ihanet değildi. Biz Oslo Süreci’ne yabancılar Kürt meselesini oyuncak yapmasın diye girdik.” diyordu.
Kürtler devlet eliyle yıllarca zulüm görüp devlete küstürülmüşken, yabancı devletlerin sorunu kendi çıkarları lehine kullanmasını önlemek için devlet süreci kendi iradesiyle çözmeye çalışıyordu. Bu yüzden 2013’te başlayan Çözüm Süreci milli bir projeydi, devlet içerden ve dışardan yaklaşan tehlikelere karşı savunma mekanizması geliştiriyordu. Yaklaşan tehlikelerin ne olduğunu nasıl olduysa bir Siyonist öngörmüştü. ABD’nin eski Ankara Büyükelçisi Yahudi Morton Abramowitz bir yıl önce yazdığı makalede Türkiye’nin 10 yıldır siyasi bir karışıklık görmediğini ama 2014’te siyasi tansiyonun AK Parti’yi parçalayabileceğini yazıyordu. Gerçekten de bir sene sonra DEAŞ Türkiye’nin en kanlı terör saldırısını gerçekleştiriyor, iki hafta sonra Gezi Parkı ile sokaklar karışıyor ve aynı yıl FETÖ 17-25 Aralık operasyonlarını gerçekleştiriyordu. Abramowitz makalede daha büyük bir tahminde bulunuyor ve “Suriye İç Savaşı’na yol açan Arap Baharı gibi “Türkiye için bir Kürt Baharı’ndan” bahsediyordu. Bu öngörü de 6-8 Ekim olaylarında HDP’nin halkı sokağa çağırmasıyla gerçekleşmişti.
Şimdi kim kime hizmet ediyor, tek tek bakalım. Bu öngörüyü yapan ABD Büyükelçisi, Fethullah Gülen’e ABD için kefil olan kişiydi. Gezi Parkı’nda ve 17-25 Aralık’ta rol oynayan FETÖ Büyük Ortadoğu Projesi’nin sac ayaklarından birini oluşturuyordu. -FETÖ Konuşma ABD kuklası FETÖ’nün Oslo görüşmelerini sızdırıp sürece karşı olması sürecin ABD’nin planlarına ters olduğunun bir başka deliliydi. Türkiye’ye terör saldırısı yapan DEAŞ’ın kukla örgüt olduğunu ABD’nin 7 ülkeyi parçalama planını anlatan Amerikalı orgeneral itiraf etmişti. -Wesley Clark Kukla DEAŞ sözde Esed’le savaşırken, doğrudan Türkiye sınırındaki Ayn el Arab bölgesindeki PYD’ye saldırmıştı.
Böylece ABD DEAŞ ile mücadele bahanesiyle PYD’yi destekleyip Türkiye sınırında terör koridoru kurmaya çalışıyordu. O dönem ABD ve İsrail bağlantılı hangi örgüt varsa Türkiye’ye saldırıyordu. Kısaca Türkiye Büyük Ortadoğu Projesi’ne direndiği için cezalandırılıyordu. Türkiye bu kadar saldırının olduğu bir dönemde Çözüm Süreci ile hem ülke içinde barışı temin etmeye, hem savaştığı bir cepheyi azaltmaya hem de batı medyasının Türkiye aleyhindeki propagandalarını önlemeye çalışıyordu. Tam bu dönemde Rusya Suriye’ye girdi ve düşman kardeşi olan ABD ile Suriye’yi paylaşmak için anlaştı. 30 Eylül 2015’te Rusya ilk hava saldırısını yaparken, aynı gün ABD Suriyeli muhaliflere yönelik Eğit Donat programını askıya alıyordu. 10 Ekim’de ABD Eğit Donat programını tamamen kaldırdığı gün ABD açıktan destekleyebilmek için YPG’nin ismini değiştiriyordu. Pentagon muhalifleri desteklemekten vazgeçip sözde DEAŞ ile savaşan PYD’yi destekleme kararı almıştı.
Öyle ki 2016’nın başında Pentagon’un desteklediği milislerle CIA’nin desteklediği milislerin savaştığı ortaya çıkıyordu. Yani değil dünyada, ABD’nin içinde bile sanıldığı gibi herşeyi planlayan tek bir akıl yoktu, birbiriyle çatışan çıkar grupları vardı. Türkiye PKK’nın saldırılarından sonra Çözüm Süreci’ni 2015’te bitirdi ve terörle tavizsiz mücadeleye başladı. Önce ABD ile ilişkiler gerildi, ardından Rus uçağının düşürülmesiyle Rusya ile de ilişkiler bozuldu. Türkiye Suriye’de denge imkanını kaybettiği bir dönemde ABD güdümündeki FETÖ harekete geçti ve darbe girişiminde bulundu. Büyük Ortadoğu Projesi’yle Türkiye’nin sınırında bir terör devleti kurmak istiyorlardı. Ancak darbe girişiminden sonra Türkiye’nin PYD ve DEAŞ’a yönelik yaptığı askeri harekatlar 40 yıllık Büyük Ortadoğu Projesi’ni adeta yırtıp atıyordu. Mesela Türkiye PYD’ye Barış Pınarı Harekatı’nı yaptığında dünyanın en güçlü devletinin başkanı Donald Trump, defalarca “PYD’ye operasyon yaparsanız ekonominizi mahvederim” diyordu.
-Trump? Türkiye bu tehditlere rağmen operasyonu gerçekleştirdi ve ABD tehdit ettiği yaptırımlar uygulayarak Türkiye ekonomisinin bugün daha da kötüleşmesine yol açtı. Yani Türkiye Büyük Ortadoğu Projesi’ne hizmet ediyor olsaydı ne PYD’ye operasyon yapardı ne de ekonomimiz defalarca saldırıya uğrardı. Peki bugün Türkiye’yi ne bekliyor, devlet yaşanacakları bize nasıl haber verdi? Bunu anlamak için dünyanın nereye gittiğine bakmamız gerekiyor. 2019 yılında ABD’li düşünce kuruluşu RAND Levant Entegrasyonu adında bir rapor yayınladı. Rapor Levant bölgesindeki ülkelerin ticari ilişkilerini artırmalarının bölgeye katkılarından bahsediyordu. Aslında amaç bölge ülkelerini İsrail ile barıştırmaktı.
Trump ve Yahudi damadı aynı yıl Körfez ülkelerininin İsrail ile ilişkilerini düzeltmek için çalışmaya başladı. Hamas’ın 2023’teki saldırısından günler önce İsrail Körfez ülkeleriyle normalleşme planını hayata geçirmek üzereydi. Böylece Filistin meselesi bölgenin gündeminden çıkarılacak, Filistin toprakları İsrail’e altın tepside sunulacaktı. Hamas 7 Ekim 2023’teki beklenmedik saldırısı ile işte bu normalleşme planını bozuyordu. Ancak ABD’nin yakın zamanda uğraşması gereken asıl tehlike Çin. Bu yüzden ABD Avrupa’yı yanında tutmak zorunda. ABD önce Rusya-Ukrayna Savaşı ile Rus gazına müptela Avrupa’yı Rusya’dan kopardı. Tabi ABD’nin Avrupa’yı yanında tutabilmesi için Avrupa’nın ihtiyaç duyduğu enerjiyi ona sunabilmesi gerekiyor.
Bu yüzden Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’i kontrol etmek ve bu bölgeden Rusya ve İran’ı uzaklaştırmak zorunda. ABD, Rusya-Ukrayna Savaşı’yla Rusya’yı; İsrail de Hizbullah’ın belini kırarak İran’ı zayıflatmayı başardı. Ancak asıl dertleri bölgeden Çin’i uzaklaştırmak. Çin Bir Kuşak Bir Yol projesiyle ABD’nin ekonomik ve siyasi gücünü elinden alma peşindeydi. ABD buna cevap olarak Hindistan ile birlikte 2023’te Hindistan Ortadoğu ve Avrupa Ekonomi Koridoru’nu ya da kısaca IMEC’i duyurdu. Ama ABD IMEC projesinde Türkiye’yi devre dışı bıraktı ve güzergahı, İsrail üzerinden Avrupa’ya uzanacak şekilde belirledi. Türkiye kendisini saf dışı bırakmaya çalışan ABD’ye Kalkınma Yolu projesiyle cevap verdi. Kalkınma Yolu Basra Körfezi’nden başlayıp Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşıyordu.
Böylece Türkiye hem İsrail’in Süveyş Kanalı’na hem de ABD’nin IMEC projesine alternatif oluşturuyordu. Ancak Kalkınma Yolu’nun önünde iki engel vardı, biri PKK diğeri de İran. Türkiye Bağdat yönetimiyle PKK’yı temizleme konusunda anlaştıktan sonra Kuzey Irak’ta Pençe-Kilit Harekatı’yla PKK’ya büyük darbe vurmuştu. Aynı şekilde İran’ın bölgede zayıflaması ve Suriye’den çekilmesiyle Kalkınma Yolu’nun önündeki iki engel de kalkmış oluyordu. Çin’in son dönemde planı İpek Yolu’nu Kalkınma Yolu’na bağlamaktı. Hatta Irak’a 10 milyar dolar değerinde yatırım yapacaktı ancak Suriye’de Esed devrilmeden birkaç hafta önce Irak, muhtemelen ABD baskısıyla bu büyük anlaşmayı askıya aldı. Yani ABD ne Türkiye’yi ne de Kalkınma Yolu’nu Çin’e bırakma niyeti vardı. İşte dünya düzeni değişirken Türkiye’nin önünde büyük fırsatlar ve büyük tehditler var.
Rusya ve Azerbaycan’dan Doğu Akdeniz ve Katar doğal gazına bütün enerji yolları Türkiye’den geçecek. İpek Yolu’ndan Kalkınma Yolu’na bütün yollar Türkiye’ye çıkacak. Bütün bu şartlar, Türkiye’nin hem bölgesel hem de küresel bir aktör olmasını sağlayacak fırsatlar barındırıyor. Tabi böyle bir Türkiye, büyük güçlerin çıkar savaşlarına sahne olacağı için büyük tehlikeleri de beraberinde getiriyor. Bir yandan İsrail Gazze’yi ve Lübnan’ı işgal ettiği gibi, şimdi de Suriye’yi türlü bahanelerle güneyden işgal etmeye çalışıyor. Diğer yandan Türkiye sınırındaki PYD’nin devlet kurması için çabalıyor. Ancak Türkiye hem İsrail’in hem de ABD’nin tehditlerine rağmen PYD’yi sınırlarından temizliyor. Böylece İsrail güneyden Türkiye’ye yaklaşırken, Türkiye de kuzeyden İsrail’e yaklaşıyor.
İşte bu yüzden devlet Suriye’de ve dünyada yaklaşan dönüşümü gördü ve bu dönüşüme Türkiye’nin ve bölgenin çıkarlarına olacak şekilde kendini adapte etti. Devlet 2013’te Suriye’deki savaş şiddetlenmeden önce Çözüm Süreci’ni başlattığı gibi, bugün de Suriye’de yaklaşan tehlikelerden önce yeni bir süreci başlattı ve Kürtlere kardeşlik elini uzattı. Bu kardeşlik tekrar hatırlanmalıydı çünkü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın vurguladığı gibi Türk-Kürt kardeşliğini yıllardır baltalayan, Siyonist İsrail’in aparatlığını yapan terör örgütleriydi ve bu maşaların aramızdan çekip çıkarılması gerekiyordu. Tarih Türk-Kürt kardeşliğinin şahidiydi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan bu yüzden “Doğumuzdaki ve güneyimizdeki Kürtlerin hamisi biziz. Tarih böyledir” demişti. Coğrafyamızda Siyonist ve emperyalist tehlike yaklaştıkça, devlet bu kardeşliği daha fazla hatırlatacaktır. Çünkü Somali’den Filistin’e, Libya’dan Suriye’ye insanlığın son umudu bu topraklardır, Türkiye’dir. Bu yüzden bölgedeki bütün halklar için artık geriye kalan iki seçenektir. Ya asırlardır olduğu gibi bu coğrafyada, büyüyen bir Türkiye’nin himayesinde kardeşçe yaşamak, ya da emperyalistlerin vaatlerine kanıp, bu barış yurdunu kendi elleriyle yıkmak.